Teknoloji çağını yaşıyoruz. Sanal ortamda edinilen meslekler, normal hayatta olan mesleklerden daha fazla. Peki ya teknoloji bu kadar gelişmeden önce ne tür meslekler vardı ? unutulmaya yüz tutmuş meslekler, eski meslekler bu yazımızda.
Aktarlar
Osmanlı döneminde, usta-çırak usulüyle yetişen attarlar, ilaç yapımında kullanılan hammaddeleri satan ve ilaç hazırlayan esnaf topluluğuydu.
Bu meslek erbabı, dış ülkelerden getirilen nebati, hayvani ve cemadi hammaddeleri denilen esnaftan aldıkları maddeleri ve kendilerince hazırlanan ilaç tertiplerini satıyorlardı. Bunların arasında amel, basur, öksürük hapları, pehlivan yakısı, çocuk macunu ve yara merhemini saymak mümkün.
Kimi İstanbul attarları ise kaliteli hammadde elde etmek için bahçelerinde adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, kekik, kudret narı, oğulotu, reyhan ve zater gibi tıbbi bitkiler yetiştirip yaprak ve köklerini zamanında toplayıp kurutarak tezgaha koyarlardı.
İstanbul' da 17. yüzyılda ilgili maddeler satan 300 macuncu, 41 gülsucu, sekiz ilaç yağı satıcısı, 70 dekçi attar, iki bin hoca attar, 35 amberci, 25 buhurcu, üç bademyağcı dükkanı vardı. Ancak 1850'lerde bu sayılarda düşüş başladı. Bunda bugünkü eczanelerin çoğalması ve hazır ilaçların ülkeye girmesi etkili oldu.
Ayvazlar
Avrupa malikanelerindeki servantların bir benzeri olan ayvazlar, XVIII. Yüzyılda Osmanlı yaşantısına katıldı.
İşe koyulmuş, hazır bekleyen anlamına gelen bu kelime, çoğu Van yöresinden gelen ve konaklarda çalışma imkanı bulan Ermeni gençlerine deniyordu. Kimi zaman Kürtler'den de ayvazlık yapan oluyordu. Tercih sebepleri ise beden gücüne sahip işlerde becerikli olmalarıydı. Ayvaz istihdamı, Osmanlı'nın batıya açılışıyla birlikte yazın sayfiyelere kışın konakları arası ilişkilerin artmasıyla yaygınlaştı.
Konaklardaki ayvazlar bekçilik yapar, geleni karşılar, oda kapılarında emir için bekler, yemek servisi yapar, odun kırar, su taşır, çarşı Pazar işlerine bakar ve gerektiğinde kayıkçılık bile yapardı. Ayvazların ahır ya da ambara bitişik olan kaldıkları yere ise ayvaz evi denirdi. Ayvazlar kalıpsız fes, hem Ermeni hem de ayvaz olduklarını gösteren mor veya mavi bir puşi, sırtlarında sarta yada omuzdan iliklenen kapalı yelek, siyah şalvar, kaba kundura, renkli çorap ve siyah kuşak giyerlerdi. II. Meşrutiyet döneminde yaşanan kıtlıkla birlikte varlıkları sona erdi.
Cezzarlar
Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.
Esnafın henüz yerleşik hayata geçmediği eski dönemlerde cezzarlar, tıpkı ciğerciler gibi omuzlarında üzerine etler dizilmiş bir sırık, ellerinde etleri kesecek büyük bir bıçak ve bellerine bağlı bir peştemalla sokaklarda dolaşırlardı.
Mallarını satabilmek için de semiz ya da "semiz etlerim var" diye bağırırlardı. En çok satışı pazarlarda yaparlardı. Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.
Çığırtkanlar
Herhangi bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı.
İstanbul'da çarşı Pazar boylarında kendilerine mahsus edebiyatı olan bir tabakaydı.
Sokaklarda seyyar dolaşan satıcıların her birinde bir çığırtan çalışması zorunlu gibiydi. Bunların başında da Mahmutpaşa çarşısı ve Büyük Kapalıçarşı dükkanlarının çığırtkanları geliyordu.
Kassarlar
Eski kayıtlarda kassar şeklinde tesadüf edilen çırpıcı kelimesi Türk diline çırpmak kökünden geldi.
Kassarlar ise özel bir şekilde inşa edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve benzeri şeyleri yıkama yani suda çırparak temizleyen kişilere denirdi.
Kemankeşler
Ok, Türkler' in savaşta en büyük silahları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı.
Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü. Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi. Fetihten sonra İstanbul'da da bir okmeydanı kuruldu. II. Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı.
Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı. Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan kabze alınması şarttı. Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu.
Mahyacılar
Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.
Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere kandiller asarak yazı yazma ya da şekil yapma geleneği, İslam dünyasında sadece Türklere özel olup özellikle İstanbul'da gelişmiş bir sanattı.
Mahyacılar, çifte minareli camilerin minarelerinin arasında dış mahya; Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerine de iç mahya kurarlardı. Bir mahya için yaklaşık 8 kg yağ harcanırdı. Kurulmadan önce kareli bir kağıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.
Sakalar
Eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı çeşitli şekillerde karşılanırdı.
En basit çözüm tabii ki her evin yakınındaki çeşmelerdi. Fakat onlarda çok kalabalık olurdu. Böylece saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirdi. Bu 19. yüzyılın sonuna kadar devam etti. Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyardı.
Ay sonunda da paralarını toplardı. Fakat hemen hemen her ay müşteriyle saka arasında para toplama zamanı gelince kavga çıkardı. Bazı kesimlerse sakalardan şikayetçiydi çünkü sakalar bazı çeşmeleri kendi mülkleriymiş gibi kullanır buradan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi.
Savatçılar
Arapça kara anlamına gelen sevad sözcüğünden gelen savar, gümüş üzerine kara nakışlar yapılan bir sanat dalıydı.
Savat yapılmadan önce önce bu işin tatbik edileceği eşyaların; tokaların, kemerlerin, hançer kabzalarının, tütün tabakalarının, muskaların ve dua taslarının yüzeylerine kalemkarlar tarafından çeşitli şekillerin işlenmesi gerekirdi. Bundan sonra savatçılar belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımından elde ettikleri bir alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlarlardı.
Bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak ekme savat, toza boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de sürme savat yaparlardı. I. Dünya savaşı öncesinde Van'da 120 dükkanda 400 dolayında savatçı ustası ve kalfası vardı. Ayrıca Sivas, Erzincan, Trabzon ve Samsun'da da bu sanat çok gelişmişti. Öyle ki savatlı Türk tabakaları tim Avrupa'da özellikle de Paris kuyumcularında kendine yer edinmişti. Anayurdu Dağıstan olan savatçılık, Osmanlı'da 150 yıl kadar altın devrini yaşadı.
Seleciler
Yünden hırkaları, ellerinde alemleri, başlarında hasırdan destarları olan dilenciler 16. ve 17. yüzyıl Osmanlısı' nda yedi bin taneydi.
Tanzifatçılar
Pirleri Verrad Berberi olan tanzifatçılar, 17. yüzyılda 500 nefer kadardı.
Üzerilerinde kırmızı ve siyah meşin kaftanlar vardı. Başlarında teke ve hamid külahları, omuzlarında uzun sırıklar üzerinde çapa demir, arkalarında müdevver ağaç tenekeler, ellerinde kazmalar, süpürge, kürek, omuzlarında zembil, harar ve har ü haşak sepetleri bulunur, ta ki kasıklarına kadar battal siyah çizmeler giyerlerdi.
Çöp çıkaram diye bağırarak sokaklarda dolaşır, evlerin kapılarını çalarak aldıkları çöpleri sırtlarındaki küfelere yükleyerek götürürlerdi. Bu kişiler çoğunlukla ermeniydi. O zamanlar şehrin meydanları gayrımüslimlere temizlettirilir, caddeleri yeniçeriler süpürür, sokakları mahalle halkı süpürürdü. Ama yine de İstanbul'un çok temiz bir şehir olduğu söylenemezdi.
Keçecilik
Keçe, yün, kil ya da pamuğun ıslak ortamda çiğnenip dövülerek liflerinin birbirine kaynaşmasıyla elde edilen ve örtü, yaygı, çadır, giysi yapımında kullanılan kaba kumaştır. Keçe Orta Asya’dan beri Türkler tarafından bilinmektedir. Osmanlılarda Konya, Diyarbakır, Afyon, Isparta, Uşak, Urfa, Bursa keçe üretim merkezleri olarak tanindi. Ahilik örgütleri içinde yer alan esnaf loncalarında keçecilik, önemli bir yer tutuyordu. Kalfa ve ustalar 6-7 yıl süren hairlik dönemlerinde yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kalıba yün hazırlama, hamamda keçe pişirme gibi yöntemleri öğreniyorlardı.
Koşumculuk
Koşum, bir koşum hayvanının araba, kağnı gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere koşulmasını sağlayan kayış takımıdır. Koşumcu, çeşitli koşum parçalarını yapan kimsedir. İlk koşum takımlarına M.O. 4 yy’ da Mezopotamya’da rastlanmaktadır. Günlük hayatında ve meydana getirdiği uygarlıklarda atin büyük yeri olan Türkler koşum takımlarını Orta Asya’dan beri kullanmaktaydılar. Bugün koşumculuk, koşum hayvanlarının önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmiştir.
Hasırcılık
Hasır, kurumuş bitki sapları ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesiyle örülen, genellikle taban döşemesi bazen duvar ve tavan kaplaması olarak kullanılan bir cins yaygıdır. Hasırlar, yapıldığı sazın incelik, kalınlık ve türüne göre Trablus hasırı, Mısır hasırı, Kaba hasır vb. adlar alırdı. Boyanmış sazlarla hasırlara desenler yapılırdı. Osmanlılarda hasırcılık, XVII.yy’ dan başlayarak önemli zanaat kollarından biri durumuna geldi. İstanbul’da Hasırcılar Çarşısı adıyla çarşısı bile vardı. Günümüzde hasırcılık sadece kırsal kesimde belli oranda devam etmektedir.
Nalbantlık
Nalbantlık, At, eşek, katır gibi binek ve hizmet hayvanlarının toynaklarına koruma amacıyla nal çakma zanaatına nalbantlık denir. Nallar hayvanin toynağına “nal tokmağı” denen tahta tokmaklar ya da nallama adi verilen özel çekiçle çakılır. Geçmişte ulaşım, taşımacılık ve çeşitli hizmetlerde hayvanların yaygın olarak kullanılması nedeniyle, nalbantlık 20.yüzyılın ilk yarısına kadar önemini korudu. Osmanlı Ordusunda nalbant ihtiyacını karşılamak üzere,bir Askeri Baytar Mektebi’nin kurulduğu biliniyor.
Esansçılık
Esansçılık, iki kapaklı dört tarafı cam bir kutu içine yerleştirilmiş küçük şişelerde esans satma isidir. Esansçılar genellikle köy, kasaba ve şehirlerin pazar yerlerinde, kahvehane, lokanta gibi toplu yasama mekanlarında dolaşır; belli ücret karşılığında bir miktar esansı bir enjektör aracılıyla müşterilerin üzerine püskürtürlerdi. Esansçılığın dev bir sektöre dönüştüğü günümüzde, eski tip esanslara ve esansçılara çok çok az rastlanmaktadır.
Semercilik
Semer = Beygir, katır, eşek gibi hayvanların sırtına yük bağlamak bazen de binmek için kullanılan, ağaç bir iskeletin sazla doldurulmuş “yatak”tan oluşan üstlüğüdür. Semer genellikle ağaç, çuval ve sazdan yapılır. Yük bağlamak ve binek hayvanına rahat binmek için kullanılır. Semerler boyunlu ve çatal semer olarak ikiye ayrılır. İlk kez Araplar ve İranlılar tarafından kullanıldığı söylenir. Türklere de onlardan geçmiştir.
Kaşıkçılık
Kaşıkçılık, Anadolu’da, ilk kaşığa, Çatalhöyük ve Hacılar’ da rastlanmıştır.(M.Ö. 7-6 bin yıl). Kaşıklar Anadolu’da yapıldıkları malzemeye göre adlandırılır. Önce topraktan yapılan kaşıklar daha sonra tahtadan ve madenden yapılmaya başlandı. Tahta kaşıklar daha çok şimşir, ardıç, gürgen, meşe, armut, karaağaç, gibi ağaçlardan, metal kaşıklar ,demir, bakir, pirinç, gümüş ve altından yapılır. Anadolu’da kaşıkları ile ünlü merkezler arasında Konya, Akseki, Kas, Gedi, Gevye Taraklı, Bolu, Kastamonu, Bergama, Bursa, Eskişehir, Anamur, Silifke özellikle anılabilir.
Sedefkarlık
Sedefkarlık , sedef üzerinde çalışma, sedef kakma eşya yapımıdır. Bu isi yapan ustalara da sedefkar denirdi. Sedefkarlık Osmanlılar’ da önemli bir meslekti. Özellikle 16.yy’ da kendine özgü bir üslup kazanmıştı. Osmanlı Sarayında sedefkarların çalıştığı özel atölyeler vardı. Bunlar, tahtlardan saltanat kayıklarına kadar, padişahların pek çok eşyası üzerinde bu ince sanatı uygulama imkanı buluyorlardı. Bugün önemini büyük ölçüde kaybeden sedefkarlık konusunda Topkapı Sarayı’nda sedef kakmalı eşyaların restorasyonuyla ilgilenen bir bölüm bulunmaktadır.
Zembilcilik
Hasırdan ya da sazdan örülerek yapılmış kulplu torbaya zembil denir. Selçuklular’ ın ve Osmanlılar’ ın günlük hayatında zembil eşyalarının büyük önemi vardı. Sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte zembil eşyaların günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmuştur. Bugün zembil eşyaları, daha çok kentlerin varoşlarında ve kırsal kesimde üretilmekte ve kullanılmaktadır.
Urgancılık
Urgancılık, urgan yapım ve satış işidir.Urgan kenevir, keten, jut, pamuk gibi doğal liften yada poliamid, polyester gibi sentetik liften yapılır. İnsanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan urgancılık mesleğinin geçmişi Antikçağa kadar uzanmaktadır. Sanayileşmenin gelişmesi, sicim ve urganların mekanik olarak üretilmesiyle birlikte günümüzde urgancılık mesleği, kaybolan meslekler arasına katılmıştır.
Taş İşçiliği
Taş İşçiliği, Yerleşik hayata geçmeleriyle birlikte Türklerin hayatında taşın önemli bir yeri olmuştur. Selçuklular’ dan başlayarak Türkler, taşı sanatkarane bir şekilde islemeye, kemer ve nakış süslemeye büyük önem vermişlerdir. Han, hamam ve kervansaraylarda, bugün bile hayranlıkla izlenen benzersiz örnekler ortaya koymuşlardır. Günümüzde hem taşın öneminin azalması hem de “sanatkar” bakışın kaybolmasıyla birlikte taş işçiliği de giderek azalmaktadır.
Çömlekçilik
Çömlekçilik Çömlek,topraktan yapılan ve pişirilerek sağlamlaştırılan kap, tenceredir. Çömlekçilik, Anadolu’da Cilalıtaş devrinden beri bilinmektedir. Özellikle Mersin, Çatalhöyük, Hacılar, Kültepe ve Boğazköy çömlekleriyle ünlüdür. Günümüzde bilinen en eski çanak çömlek örnekleri, Anadolu’da Çatalhöyük’te ele geçen ve yaklaşık 9000 yıl önceye ait seramiklerdir. 12.yy’ da Ortadoğu’da İslam çanak çömlekçileri sır maddesini kil hamuruyla karıştırıp saydam yumuşak porselen yapımını denemişlerdir.
Çok tşk ederim ooo mehmet reşat esma sizdemi burdan baktınız hadi yine kiğisiniz bizim buğra kötü şeyler yazmış neyse çarşambaya görüşürüz sistemde sonuçta aynı sınıftayız saten burayıda dövücem